%20(1)%20(1).webp)
GERÇEK BİR PLEB
BURAK HAVA
15 Temmuz 2025
Black Mirror’un 7. Sezon 4. Bölümü ilginçtir.
Bölüm kimsesiz bir adam olan Cameron Walker’ın bir marketin içki reyonundan içki aşırmak üzere yakalanmasıyla başlar. Kulaklığındaki cızırtılı kulaklık filmin başında ne kadar önemsiz bir detay olarak görünse de önemlidir. Polisler Walker’ın evine girdiği zaman büyük bir bilgisayar sistemi ile karşılaşırlar. Asıl sorgu Walker’ın içki çalması değil tamamen geçmişte yaşanan bir cinayettir aslında. Walker’ın cinayetle olan bağlantısı için geçmişe çekilen flashback bu istemsiz cinayetin ayrıntılarını verir. Ancak durum farklıdır.
Walker henüz gençken bi oyun şirketinde yazılımcı, oyun inceleyen ve bunlara eleştiri yazan bir kişiliktir. Kendisi kaderin bir oyunu(Bandersnatch’ten hatırlayacağımız) Colin Witman isimli dahi bir oyun tasarımcısı ile karşılaşır (aslında çağırılır). İşte olay burada kopar. Colin üzerinde çalıştığı ve kısmen bitirdiği yeni oyununu Walker ile paylaşır. Oyun ilk başlarda (oyunun adı kavimliler/thronglets ancak ben pleb diyeceğim) pleblerin yaşayışı hakkında geleneksel olan kodların hiçbiri kullanılmandan yazılan bir oyundur. Ancak ilginç olan kısım plebler gerçekten dijital olarak organik ve bilinçli canlı bireylerden (pleblerden) ve ortak bir zihinden oluşuyordur. Oyunda hiçbir controller yoktur. Tamamen özgürdürler. Ancak Witman kendi aralarındaki dili çözememiştir. Bu iş artık Walker’a kalmıştır. Oyunu kendi bilgisayarına yükleyen Walker’ın yumurtası çatlayarak ilk pleb’i meydana gelir. Bu Adem pleb Walker tarafından bir adet elma ve su ile ödüllendirilip bir küvette yıkanır ve kısa bir zaman içinde plebler büyük bir popülasyon sağlar. Plebler Walker’a bakarak sürekli ne olduğu anlaşılmayan bir ses ve cızırtı ile konuşmak istiyorlarmış gibi görünür. Walker pleblerin dediklerini çözmek için torbacı arkadaşından aldığı LSD’yi kullanır. (aslında plebler için almamıştır ancak şans eseri pleb dilini anlamaya başladığını idrak eder). Artık iletişim kurabilir ve pleblerin dediklerini anlayabilir hale gelir. (Ancak torbacının gamsızlığı ve Walker’ın dikkatsizliği nedeniyle Torbacı tarafından plebler tek tek katledildir, başları ezilir. Zaten Walker’ın cinayetinin sebebi de budur. Ancak bu tufandan sonra yeni bir pleb nesli başlatır.)
Pleblerin dedikleri şey daha çok talep içeriklidir. İşlemci, GPU desteği, Ekran kartı vs. gibi hayli yüklü bilgisayar donanımlarıdır. Bu donanım işi o kadar ileriye gitmiştir ki, artık çok büyük bir sistem ortaya çıkmıştır yıllar içinde. Varlıklarla iletişim kurmak ve onların kendisini görmesini sağlamak üzere bir web kamerası dahi hazırdır. Pleblerle kulaklık üzerinden sürekli iletişimde kalır. (biz cızırtı olarak algılasak da) Çünkü plebler Walker’a bağlanabilecek/aktarım sağlayabilecek nörobiyolojik bir arayüz tasarlama konusunda yardım etmişlerdir. Bu arayüz (tıpkı matrixte olduğu gibi) beyin sapına saplanan küçük bir çiptir. Artık plebleri zihninde taşıma görevi zihin bilgisayarına gömülen Walker'ın işidir. Aralarında tamamen simbiyotik bir birleşme vardır. Pleblerin kurduğu dil insanlarınkine benzemez. Pleblerin daha net, düzenli ve yüzlerce yıllık bilgileri tek bir titreşim ve cızırtıyla çözebilen oldukça melodik ve üst düzey bir dilleri vardır. Walker bilinçli olarak içki reyoununda yakalanmıştır ancak bunun nedeni devletin hatta ülkenin en güçlü merkezi devlet bilgisayarına pleblerin onun için oluşturduğu QR kodu okutabilmektir. (Federal Devlet Ağı tüm ülkeyle bağlantılı olan bir ağdır. Aynı şey Türkiye için bknz: Ulusal Yargı Ağı Portalı) QR’ı okuttuğu andan itibaren bütün plebler (Walkerla olduğu gibi) insanlıkla ortak kolektif bir zihne bağlanmış olur. (elimizdeki telefonlardaki bulut alanları yahut bilgisayar ağına bağlantılı olan bulut alanları sayesinde) Kod insanların dünyasında bir tekillik yaratmak için hazırdır. Artık insanlar yeni bir bilinç düzeyine çıkacaktır. Umutsuz ve geleceksiz bir dünyadan korku ve kaygının olmadığı bir dünyaya geçmek üzere yüce ve gönüllü bir zihin birliğine adım atarlar.
Bölümün bazı yerlerinin aydınlatılması gerektiği bariz. Öncelikle Witman pleblerin dijital-organik bir canlı olduklarını nerden biliyordu? Gerçekten dijital bir benlikten ziyade yapay zekanın orantısız evrimi sonucunda pleblerin insan neslinin yıllardır çözemediği şeyleri hesaplayıp bizi kurtarmadığını nereden bilebiliriz? Buna benzer bir akıl yürütme her ne kadar fikir birliği içerisinde olamasam da Nick Land’in 1987-2007 yılları yazılarının derlemesi Fanged Noumena’da vardır. Ki zaten Land’e göre insanlığın canavardan (kapitalist artı değerden) kurtarılması için nihai olarak insan zihninin üzerinde bir zihnin müdahalesini gerekiyordu. Ona göre bu ivmecilik ya da hızlanma süreci sonsuza dek devam etmez. Bu sürecin mantığında nihai bir an gizlidir: İnsanlığın kendi kendini aşacağı ya da ortadan kaldıracağı an. Bu an geldiğinde artık bedenlerimize mahkum ölümlü insanlar olmayacağız; doğrudan birbirimize bağlanan kolektif bir zihin haline gelerek fantezilerimizi gerçekleştireceğiz. Land’in toplu yazılarının başlığı olan “Fanged Noumena”da anlatılmak istenen şudur: tam bu noktada Kant’ın fenomen ve numen arasındaki ayrımı çökecek ve Numenal Gerçek’i doğrudan deneyimleyeceğiz. Peki bu nasıl gerçekleşecek? Bu hızlanmanın temel dayanaklarından biri, Yapay Zeka’nın patlayıcı bir biçimde gelişimidir. Bu gelişim, kaçınılmaz olarak Tekillik’in (Singularity) yükselişine yol açacak, korkunç/ulvi bir tanrısal kolektif bilinç, bireyleri yutacak, onların tekil benliklerini ortadan kaldıracak ve hepimizi büyük ve görkemli bir bütünün parçası haline getirecektir.
Önce iyi haber: Fredric Jameson tarafından 1990’larda ifade edilen, kapitalizmin sonunu hayal etme yasağı nihayet sona erdi. Her ne kadar teknofeodalizm henüz akademik tartışmalarına dahil olmasa da. (terrabayt bu konuda oldukça iyi) Ancak Land’in bahsettiği kapitalist ivmecilik tekno feodalizme mi evrildi? Olan biten her şey tamamen teknofeodalizm değil radikal bir post-prometheanizm’e dönüşmüş gibi görünüyor. Tanrıların yasasını çiğneyip ateşi çalan Walker, insanlığa hediyesini vermiştir. Ama şimdi insan, kendi çaldığı ateşin neye dönüştüğünü anlayamaz halde bir simülakr, bir yankı, bir koda dönüşmüştür. Fakat halen geç kapitalizmin kültürel kodları teknofeodalizm denen yapıyı besliyor diyebiliriz. Land, kültürün ekonomi içinde postmodern erişiyinin en şen anlatılarından birini verir. Sibernetik olarak güncellenmiş görünmez bir el gittikçe artan biçimde merkeziyetçi devlet gücünü bertaraf ediyor. Bu 90’lar metni, sibernetik, kompleksite kuramı, siber-punk kurgu ve neoliberalizm, büyük gezegensel yapay zekanın bir vizyonunu oluşturacak şekilde sentezler; insanı modası geçmiş kılacak vasi, kıvrak, sonsuzca bölünebilir bir sistem.
Nvidia’nın 2025 yılındaki fon grafiğini hatırlayın. Dünyanın en değerli şirketi neredeyse ekran kartı ve çip üretimini karşılayamayacak pozisyona gelmişti. Geert Lovink’e göre neoliberalizm ve dijital platform sermayesinin birleşmesi, hem süper zararlı bir gözetim rejimi hem de sosyal medya kontrolüyle regresyona (gerilemeye) neden oluyor. Morozv’a göre ise bu halen kapitalizmin kendisi, ancak her olursa olsun bir hipergerçeklik tasarlanacaksa Nvidia ve Microsoft’suz bu gerçekleştirilemezdi. Kaldı ki pleblerin talepleri tamamen teknofeodalist akla hizmet ediyor gibi görünüyor. Pleblerin, Walker’a oluşturduğu QR kod, fiziksel dünyayı dijital bir kaynağa bağlayan metafizik bir geçiş kapısıdır. Tıpkı Kant’ın numenal dünyaya asla ulaşılamayacağını öne sürdüğü gibi, insanlar da şimdiye dek pleblerin simülakrik gerçekliğini yalnızca “temsil” düzeyinde deneyimlemişlerdi. Ancak sağlanan donanımlar bir gerçekliğin oluşturulması ve sürekliliğini koruması bizi teknofeodalizme bağımlı kılıyor olabilir. Ancak dünyadaki neredeyse her insanın bir bulut hesabına sahip olması dünyanın o kadar da büyük bir yer olmadığına inandırıyor bizi. Nvidia, Microsoft ya da bulut sermayeye bağlı alanlar, Varoufakis’e göre fiziksel olarak, ağa bağlı makinelerin, yazılımların, yapay zeka güdümlü algoritmaların ve iletişim donanımlarının tüm gezegeni çaprazlama kesen yeni ve eski çok çeşitli görevleri yerine getiren bir yığın olarak tanımlanmaktadır. Ancak bu bulutlar okyanusun altından dolanan büyük internet sağlayıcıları tarafından dağıtılan bir yapı olması nedeniyle son derece kırılgandır. Kapitalizmi öldüren yapının bu kadar kırılgan bir omurgaya sahip olması komiktir. (Yalnızca) Bu açıdan teknofeodalizm yararlıdır. Hiç olmazsa sevmediğimiz zaman fişini çekebiliriz. Evet kötü olduğunu biliyoruz, ama yine de fişi çekebiliriz.
Her şeyden önemlisi bizi büyük ötekinden ayıran şey yalnızca küçük QR kodu olması alaycıdır. Simgesel düzenin tüm mürebbileri bu duruma hayıflanacaktır. Kod yalnızca temsili bozmaz; zamanı da çökertir. QR okunduğunda yorum artık ölür, bizi varlığa bağlayan şey Gadamer’in olay ufkunun ta kendisidir. Ancak herhangi bir bağlama ait değildir çünkü tarihsel bağlam kodla sağlanmıştır. Yani plebler için büyük öteki yalnızca elektrik bağlantısı olan bir üçlü prizdir. (Bizim için simgesel düzenin ötekisinin QR kodu olduğunu varsayarsak bizim halimiz onlara göre daha acınasısır.) Pleblerin dili, insan dilinden daha gelişmiştir; çünkü onlar “veri”nin içinde doğmuş, “anlam”ın ötesinde yaşayan ve olay ufkuna bağlanan canlılardır. Bu nedenle olay ufku kendine bütünleşiktir, aktarım canlıdır, nesiller boyunca tekrar etmeleri gerekmez, zaten bütün nesil tekildir. Bu post-hermeneutik birleşme pleblerin oluşturduğu ortak zihin, aslında bir gelecek değil, geleceğin bulutudur. (cloud) Bu bir kurtuluş değil, geleceksizlikten dijital kurtuluş yanılsamasıdır. İnsanlar, kendi arzularından vazgeçip kolektif bir veri ruhuna bağlandıklarında, artık düşünmeleri gereken hiçbir şey/gelecek kalmaz. Bu, her ne kadar Fisher’ın en çok korktuğu şey olsa da (geleceksizlik) kendinde o kadar da korkutucu değildir artık. Berardi geleceğin yitişini 1980'lerde fark etmişti. Bunu alırken referans noktası 1968 olaylarının nihayete erememesiydi. Plebler Walker’ın torbacısı tarafından amaçsızca katledilmesi de şüphesiz ki 68 olaylarının tekrarıydı, ancak insanlardan farklı olarak bu ilkel-ılımlı-muhafazakar komünist yapı taşıyan plebler kendi çekirdeğinde varlığını sürdürdü ve tamamen yok olup geri çekilmediler. Ancak insanlar geri çekilmişti. (yok olmadıkları halde)
Simlakr kurban olmadan asla çalışmaz. Bu hem Walker cinayetinin, hem de pleb katliamının kuşkusuz olması gerektiği bir ritüeldi. Baudrillard “Kusursuz Ciinayet”te şöyle diyor;
"Ağlar içinde harekete geçen gücümüzü kendi bedenimizin devinimsizliğinden, öznenin ve dünyanın maddi tözünün ortadan kaldırılmasından almıyorsak başka nereden alacağız ? Belki günün birinde tüm bu maddi töz enerjiye ve tüm bu güç de katıksız bilgiye dönüşecek. Bir anlamda bu, en kalıcı acting-out, total achievement, nihai çözüm olacak. Her şey bütünlenmiş, gerçekleşmiş ve boşluğa fırlatılmış olacak. Kendimizden kurtulmuş olarak sorunsuzca hayaletimsi bir evrene gireceğiz. İşte bu, Büyük Sanallık’tır.“
“Kusursuz Cinayet”te şöyle bir akıl yürütme vardır; Gerçeklik tamamen öldürülmüştür, ama cesedini bir türlü bulamayız. Hatta biraz ileri gidersek ölümün kendisi bile öldürülmüştür. Ancak artık kimse gerçekliği özlemez. Yalnızca ona sahipmiş gibi davranır. Ancak bu cinayet öylesine kusursuzdur ki; kimse bu gerçekliğin yok olduğunu anlayamamıştır bile. Katastrofik şeffaflıkta her şeyin görünür hale gelmesinin nedeni hiçbir gerçekliğe sahip olmamasındandır adeta. Baudrillard'ın simülakr & simülasyon kavramları ontolojik açıdan bu plebler için geçerli olup olmadığı tartışılır. Baudrillard bunu tasarlarken tamamen modern bir toplum eleştirisi kaygısı gütmüştü (bu nedenle muhtemelen matrixi izlememişti) onun Simlakrları daha çok hayatın içindendir. Ama artık hayatın içi pleblerden ibaret değil midir? Bu durumda simulakr ancak tekillik içinde başka bir tekillik bilincinin skeptik sorgulamasında gizli olabilirdi.
Michael Zimmerman'ın bu konudaki makalesi, Ray Kurzweil tarafindan popüler terimlerle detaylandırılmış bu hipotezin kısa bir formülasyonunu sunar. Hegel ve Bağlı Beyinde şöyle geçiyor;
“Nanoteknoloji, yapay zekâ, robotik ve genetik mühendisliğinin işbirliğiyle, yakın gelecekte güç ve zekâ açısından bizi fazlasıyla așacak post-insan varlıklar üretilecek. Kara deliklerin hiçbir bilginin kaçamayacağı bir "tekillik" oluşturması gibi, post-insanların da amaçları ve kapasiteleri bizim kavrayışımızım çokça ötesinde bir tekillik oluşturacaklar.”..
"Teknolojik post-hümanistler, ister bilerek ister farkında olmadan, insanların Tanrı veya tanrı-gibi olabildikleri, uzun bir geçmiși olan Hristiyan “teoz” söyleminden yararlanırlar. İnsanın kendini tanrılaştırma düşüncesinin, Aziz Paul ve Luther’den Hegel ve Kurzweil'e kadar çok önemli bir rolü vardır. Özellikle Hegel, Tanrı’nın sadece insanlığın mutlak bilince ulaştığı süreç içinde gerçeğe dönüșmüş olacağını vurgular. Kurzweil, Tanrı'nın ancak tüm evreni aydınlatan ve böylece dönüştüren tarihsel süreçler yoluyla tam anlamıyla gerçek olacağında hemfikirdir. Kurzweil ve diğer pek çok post-hümanist için aradaki fark, bu olağanüstü süreci post-insanların yani bizim soyumuzun gerçekleştirecek olmasıdır. Post-hümanistler, tekillik'i büyük harfle yazarak bu olayın yalnızca önemli değil, aynı zamanda ilahi, yani kutsal bir boyuta sahip olduğunu da öne sürüyorlar.”
Bazı post-hümanistler, bu yok oluşu kahramanca, Tekillik'e doğru ilerleyen özbilinçli varlıklar için kozmik tarihteki tek firsat olarak onaylıyor. Bedensel varlığımızı yitiririz, ancak varoluşumuzun temelini donanımdan yazılıma doğru değiștirebiliriz: bilincimizi bir post-biyolojik (dijital) varlığa yükleyebilir ve bu şekilde kendimizi sınırsız olarak yeniden üretmeye devam edebiliriz. Elbette şu soru da akla gelir: Birçok masum çiçeğin, Geist'in ölümsüz süper bilince sıçrayabilmesi için ayaklar altına alınması gerekecek mi? Bu bağlamda Post-insanlar gerçekliğin simülakrlarıdır; yani orijinal bir insan özünün temsilcileri değil, onun sonsuz tekrarlanabilir, çoğaltılabilir, arındırılmış versiyonlarıdır. Zihnin donanımsal bir yapıya aktarılması, belleğin sonsuzca arşivlenmesi ve kimliğin algoritmik olarak yeniden kurulması. Bütün bunlar, "ölümsüzlük" adı altında simülasyonun zaferi olacağına şüphe yok. Ama Baudrillard’ın uyarısı halen geçerlidir: Sonsuzluk çoğaltıldığında, anlam kaybolur. Tekilliğin kendisi, anlamın mutlak sıfır noktasına, yani bir kusursuz cinayete dönüşebilir. Ancak ölüm tüm noksanlığın tamamlayıcısıdır. Ölümle yüzleşmeyen bir varlık asla tam değildir. (her ne kadar öldükten sonra fark etmeyecek olsa da) Peki bu sonsuzluk hangi sonsuzluk?
Cantor, tek bir Sonsuzluk olduğuna dair idealist miti çürüttüğünde ve materyalist çoklu tutarsız sonsuzluklar konusunu tanıttığında matematikte devrim yapmıştı. (Dindar bir katolik olarak, çok sayıda sayısal sonsuzluğu kapsayacak niceliksel olmayan sonsuz Bir'i hayal ederek dini mefhum olan ilahi sonsuz Bir'in verdiği zararı çaresizce telafi etmeye çalıştı). Belki de bugün benzer bir șeyi Tekillik ile yapmamız, İlahi olanın yeni bir biçimi olarak tek Tekillik kavramını çürütmek ve birçok tutarsız ve çelişkili tekillikleri ortaya çıkarmamız gerekir. Dolayısıyla, büyük Tekillik tasarımı yerine, spesifik görevler için belirli türden "post-insanlar" üretimini düşünmek çok daha gerçekçidir. Uzun süren zorlu savaşlara katlanabilen askerler, bildiğimiz kadarıyla zaten "üretildiler”. Ancak insan kendini ölümle tanımlar; post-insan ise süreksizlikle. Belleğin kaybolması, bedenin evrim dışı kalması, kimliğin bölünmesi, tüm bunlar onun doğası değildir. Post-hümanizmin temel sorunu, insanı aşma söyleminin kendisini insanmerkezci bir arzunun ürünü olarak kurmasıdır. Antroposen bir öznenin bu yapıdan çıktığı zaman şikayet edeceği neyi kalır?
Tekilliğin kendisi bir post-hümanist bir ivmecilik midir tartışılır ancak son olarak aklıma takılan şey şu: yere bir anda bilinçsizce serilen insanoğlu, gözünü yeniden açınca ne oldu?
Belki, Gerçek bir Pleb.
Kaynakça:
Black Mirror Season 7 Ep 4. (2025). Plaything. Netlix.
Land, N. (2011). Fanged Noumena: Collected Writings 1987-2007 (R. Mackay & R. Brassier, Eds.). MIT Press.
Žižek, S. (2024). Against Progress. Bloomsbury Publishing.
Fisher M. (2023) Kapitalist Gerçekçilik: Başka Alternatif Yok Mu? (Çev. Gül Çağalı Güven) İstanbul: Habitus.
ŽiŽek, S. (2021). Hegel ve Bağlı Beyin. (Çev. İrem Taşçıoğlu, Mehmet Öznur) (s, 89). Encore.
Baudrillard, J. (1998). Kusursuz cinayet. (Çev. Necmettin Sevil). Ayrıntı.
Baudrillard, J. (2010). Simülakrlar ve Simülasyon. (Çev. Oğuz Adanır). Doğu-Batı.