
İNTİHAR PATOLOJİSİ: DURKHEİM & DERRİDA
BURAK HAVA
1 Ocak 2025
İntihar kavramının toplumsal pratikler ve ontolojik tahayyülü açısından spekülatif bir yapısöküm yaratmak istiyoruz.
Durkheim’a göre intihar yalnızca bireyi ilgilendiren bir mesele değildir ve dolayısıyla da psikiyatrinin ve psikolojinin alanı ile sınırlandırılamaz. Durkheim intiharı 4 başlık altında ele alır.
Anomik İntiharlar; Bir yapının veya kurumun o işlevini yerine getiremediği kuralsızlık durumunda ortaya çıkabilir ve makro ölçekte (toplum ya da dünya genelinde) yaygınlık kazanabilir. Anomik intiharlar için iyi bir örnek olarak Türkiye'deki asgari ücret ve geçim sıkıntısı nedeniyle bilinçli olarak hayata son verme fikrini örnek verebiliriz. Yahut ağır ve kötü çalışma koşulları sebebiyle birçok insanın erken yaşta öldüğü birçoğunun da kötü çalışma koşulları ile birlikte ölen insanların varlığını gördüklerinde toplumsal düzenin bir daha sağlanamayacağı düşüncesiyle intihar ettikleri ifade edilebilir. Hiçbir zaman hiçbir şeyin düzelemeyeceğine ilişkin inanç esas olabilir. (bu iktidar kaynaklı da olabilir.) Yahut yaşayabilmek için leş gibi idare ettirilen ve irade başarısı son derece düşük bir ayaktakımı sınıfından emir almak zorunda kalıyor olabilirsiniz. İsyan edeceğiniz (yardım dileyeceğiniz)kesim, ayaktakımından daha lümpen olabilir. Bencil (Egoist) İntiharlar; Temel nedeni toplumsal entegrasyonun yeterli düzeyde sağlanamamış olmasıdır. “Benim hayatı yaşamak için bir takım değerlerim var. Ancak bu değerleri yaşayabileceğim ideal bir toplum söz konusu değildir.” Dolayısıyla bu birey tarafından hayatın anlamı sorusuna ilişkin yaşadığı kriz ile hayatını sonlandırır. Özgeci (Diğergam) İntiharlar; Bencil intiharların aksine özgeci intiharda toplumsal entegreasyon had safhadadır. 3. Köprü'nün çökmesi sonucunda Japon mühendis hatanın kendisinden kaynaklandığını ve toplumun iş ahlakının temsiline zarar verdiği düşüncesiyle köprü üzerinde intihar etmiştir. (İstifa dahi etmeyen bir kesim için soylu bir davranış olmadığı anlaşılabilir.) Fatalist (Kaderci) İntiharlar; Kısacası, babasının, dedesinin, büyükbabasının özetle 7 kuşak kölelik yaptığını keşfeder ve şöyle düşünür; "Ben köleyim, atalarım da köleydi. Dolayısıyla bu kölelik benim yazgım. Dünyada bundan kurtuluşum imkansız. Ancak ölüm beni bu durumdan kurtarabilir." Aynı şekilde "Dayınız" yoksa aynı yazgı sizin için de geçerlidir.
Durkheim'ın bu sınıflandırmasına birazdan yine değineceğiz. Şu an bakmamız gereken konu ise; Kefaret/Bağışlamak ve Düşüş.
Zizek’in tabiri ile; "Tanrı selamet ihtiyacı doğsun diye bizi günaha itip, sonra kendisini başımıza açtığı belanın kurtarıcısı olarak sunmaz - Düşüş’ün peşinden Kefaret gelmez: daha ziyade, Düşüş ile Kefaret birbirine özdeştir, Düşüş “kendi başına” zaten Kefaret’tir. “Kefaret nedir sonuçta? Özgürlüğün patlak vermesidir, doğal zincirlerimizin kırılmasıdır. Düşüş’te tam olarak olan tam da budur işte."
Asıl durumu kavramak için Hegel’in (gayet bariz) tespitini akılda tutmamız gerekir: “cennet”teki masumiyet hayvan hayatının diğer bir adıdır, dolayısıyla İncil’de “Düşüş” denen şey hayvan hayatından insan özgü varoluşa geçişten başka bir şey değildir.. Köktendinci bir yorumcu Tanrı’nın İsrailoğulları’na Yahudilere vaat edilmiş topraklarda yaşayan tüm Kenanlıları çoluk çocuk demeden öldürmelerini emredişini şöyle gerekçelendirir: “Tanrı buyruğu dolayısıyla bu eylem İsrailoğlu askerleri için ahlaki mecburiyet taşıyordu; öte yandan, kendi başlarına böyle bir işe kalkışmış olsalardı yanlış olurdu.” Ahlakımızın kökeni Tanrı’dır, o yüzden O’nun bizden yapmamızı istediği her şey, korkunç bir soykırım gibi görünüyor olsa bile tanımı gereği ahlakidir. (bununla ilgili Moral Nihilism yazıma göz atabilirsiniz)
Derrida’cı bir şekilde bağışlamanın (kefaret anlamında) yapısökümü şöyledir;
Latince de pardonner; Latince de “Par” dono, are fiilinden Fransızca “Pardonner” şeklinde oluşur. Donner, Don (Donör) fransızcada vermekten (bağış yapmak anlamındaki vermekten) gelir. (Donation gibi) “Par” ise azadeliktir. Aynı şey ingilizcede Forgive’de (Bağışta bulunmak, vermek anlamındaki “Give” ve şahıs niteliği bakımından “For”) (Ya da Almanca Vergebung-geben*)
Devam ettirecek olursam; Yine Türkçe’de Bağış-lamak (bağış verme, hibe, anlamında) kendine içkin olarak (affetmek anlamında) kefaret gerektirir. Biz ancak (kendimizden)bir şey vererek bağışlayabiliriz. Vererek daima alırız.
O halde bağışlama olmadan verme olmadığı gibi verme olmadan da bağışlama (kefaret) da yoktur. O halde bu önerme doğru ise; Durkheim’ın intihar kavramı dil ve ontolojik açıdan bir kefarettir. İncil’de “Düşüş” denen şey hayvan hayatından insana özgü varoluşa geçişten başka bir şey değil ise intihar ontolojik ve dilsel açıdan kefaret içermek zorundadır.
Durkheim İntihar çalışmasında, 26.000 intihar dosyasını tarayarak ulaştığı verilerden yola çıkarak düşüncelerini sistematize etmiştir. Öncelikle makro bir bakış açısıyla karşılaştırma yaparak verileri değerlendirmiştir. Her toplumda bir intihar eğilimi olduğunun altını çizmiştir. Ona göre intiharın etkenleri arasında sosyoloğu ilgilendirenler, yalnız toplumun bütününde etkisi olanlardır. İntiharların oranı bu etkenlerin sonucudur. Çalışmasında şu ögeler üzerinde durmuştur: İntihar üzerinde psikolojik hastalık durumları etkili olabilir; yani toplum dışı etkenler; akıl hastalıklarından kaynaklı olarak ele alınabilir; örneğin manyak, melankoli, saplantı, tepisel intiharlar gibi. Bunların dış koşullardan bağımsız oluşuna dikkat çekmiştir. Eğer Hegel'in Büyük Mantık kitabının sonunda yer alan yaşama dair büyük kıyasını izleyecek olsaydınız, orada yaşamın esasen bir konum (Setzung), yani İde’nin üç karşıtlığı üzerinden kendi kendini konumlandıran konumu olarak kendini ölümle karşıtlığı üzerinden nasıl yeniden yoluna koyduğunu ve tinin doğal ölümdeki yaşam olarak nasıl doğduğunu görebilirdiniz.
İntiharın dini bakımdan yasaklanışı, genellikle insanın hayatını Tanrı'ya ait bir armağan olarak görmesi gerektiği argümanına dayanır. Bu argüman, varoluşun tam anlamıyla insanın mülkiyetinde olmadığını, dolayısıyla intiharın bir "yetki ihlali" olduğunu öne sürmesi mantıklı gibi görünse de hayatın yalnızca Tanrı'ya veya aşkın bir varlığa ait olduğu iddiası, insan öznesinin kendi varlığı üzerindeki deneyimini yok saymaz mı? Derrida’ya göre hiçbir yasa ya da anlam, dilin "iz" (trace) yapısından bağımsız olarak sabitlenemez. Örneğin, "intihar haramdır" ifadesi, başka bir bağlamda bireysel özgürlüğe (özgür irade anlamında) tam tezatlık gösteriyor. Hayat, ontolojik olarak bir varlık statüsüne indirgenemeyeceği gibi, intiharın etik anlamı da dilsel olarak tam anlamıyla sabitlenemez. Aynı şekilde, bağışlama (donner anlamında) ve kefaret arasındaki ilişki, adaletin tam anlamıyla gerçekleştirilememesi gibi bir gerilim sunar. Derrida’nın 'imkânsızlık' fikri işte tam da burada devreye girer. Gerçek bağışlama, suçun tamamen bağışlanamaz olduğu bir durumda ortaya çıkar. Burada Hegelci bir olumsuzlamanın olumsuzlaması vardır. Suç ne kadar bağışlanamaz olursa, bağışlama o kadar gerçek olur. Bağışlama yalnızca imkânsız olduğu ölçüde mümkündür, yani diyalektiğin içerisindeki çelişki başka bir çelişkiye giderilir.
Kısaca akıl yürüttüğümüz bu yazıda Durkheim'ın İntihar kavramının Derrida'cı yapısökümü ile insanın bizatihi sorumluluğunda olan bir kavram olmadığını, tercihen dilsel ve ontolojik açıdan "bağışlamak" anlamında normal ölümlere nazaran itikadi açıdan daha üstte olması gerektiği ve bu durumun Tanrı'nın ilk "Düşme" sayımının taklidi olması gerektiğini düşünüyoruz.
Durkheim E. (2020). İntihar. (Çev. Ö.Doğan). Doğubatı.
Derrida J. (2015). Bağışlamak. (Çev. M. Erşen). Monokl.
Derrida J. (2022). Yaşam Ölüm. (Çev. C. Batukan). İnsan.
Zizek S. (2020). Mutlak Geritepme. (Çev. B. E. Aksoy). Encore
Şeker, A. (2019). Durkheim’in Sosyolojisinde İntihar Olgusu ve İntiharla Mücadelede Sosyal Hizmetin İşlevi. Mavi Atlas, 7(1), 90-110.