top of page
KEÇİ EZGİLERİ

KEÇİ EZGİLERİ

BURAK HAVA

23 Nisan 2024

Hayat hakkımızı kaybedeceğimiz güne büyük bir özlem duyarak geçirilen bir ömürden kime ne hayır gelir? 

Onkoloji hastanesinin bahçesinde oturup tepeden Bursa manzarasını ve ağaçları seyretmek alışkanlık haline geldi. Belki de daha önceden yapmalıydım bunu. Hastane sakin sessiz bir tepede, yalnızca onkoloji bölümü ve mistik bir rüzgarı var. Molla Fenari'den Muradiye'ye kadar olan kısım aşağı yukarı hep böyle değişiktir. Niyazi Mısr-i nasıl alt kısımlarda kalmış ilginç. Yukarıda, hastanede yatanlar ise eksireyetle buranın son durak olduğunun farkındalar. Bahçede sallanan ağaçlar aşağı yukarı hastane camlarına kadar uzanıyor. Çoğunun, her seferinde şahit oldukları tek apaçık imge şuan yanımda sallanan ağaç. İlginç, çok çeşitli insanın son gördüğü görüntü siz olsaydınız muhtemelen size bir seri katil diyebilirdik. Atalarının bir zamanlar yaptığı mesleği meşale edinmiş, bu işsiz kalmış dar ağacına yaslandım. 


Her bir zerresinde acı doludur bu ağacın. Vefat edenlerin acısından yakınlarının ağıtlarına kadar. Meyvesini yiyen bir daha yemek yiyemez, yaprağını koparan yaprağının ağırlığından ezilir. Buradakileri son kez dünyaya iyi gösterebilmek üzere olabildiğince kendini paralayarak yeşillenmeye çalışmış.. Ben dünyayı yaratmak üzere kendinden geçen, böylece kendine yabancılaşan ve nihayet Hegelci sistemde tekrar kendisine kavuşan düşüncenin bu kurmaca dramının herhangi bir yerinde kendimi göremiyorum ve bu hislerimiz, bu acı ve ölüm beklentisi, Hegel’in erdemiyle meşrulaştırılabilir mi bilemiyorum. 


Biz zaten ölüyüz. Lyotard'ın işaret ettiği gibi, bundan yaklaşık 4,5 milyar yıl sonra güneş söndüğünde ve ‘yersizyurtsuzlaştırılan’ buharlaştığında dünya ufku silinip gidecektir. Yaşlandıkça, gerçekliğin bizim neslimizdekiler için  giderek daha rahatsız edici şekillerde değişmeye devam edeceği ve sonunda  artık yaşamak istemeyeceğimiz bir dünya ortaya çıkacağı gerçeği beni bir nebze dahi olsa rahatlatıyor. 


Platonun mağarasındaki gölgeler, Platon'a göre, bu insanların gerçeklik olarak algıladıkları şeylerdi. Bu insanlar hayatları boyunca sadece bu gölgeleri gördükleri için, bu gölgelerin gerçek nesneler olduğunu düşündüler. Ancak bu gölgeler, gerçekte var olan nesnelerin yalnızca silik ve eksik yansımalarıydı. Eğer tecrübelerimiz ve gözlemlerimiz yani gölgeler bu halde ise, hakikat ne kadar kötü olabilir hayal dahi edemiyorum. Buradaki insanların görüngüleri yalnızca ölümdür. O halde hakikat o kadar da abartılacak bir şey değildir. Zaten ‘hakikat’ ve ‘mutlak’ kavramları modern dünyada giderek eriyen ve kaybolan kavramlar.  Medya ve teknoloji aracılığıyla üretilen simülasyonlar (yani gerçeği taklit eden imgeler ve işaretler), gerçekliğin kendisini bastırıyor ve yerini alıyor. Hatta Baudrillard, ‘Virtüel’i gerçekliğin sadece bir simülasyonu veya taklidi olarak görür. Böylece, ‘Mutlak Hakikat’ten ziyade, deneyimlediğimiz şey sürekli olarak üretilen ve değişen bir simülasyonlar dizisi haline gelir. Aslında bu simülasyon daha doğrusu bahsettiğim olgu, diyalektik bir  simülasyon yahut diyalektik bir yabancılaşma olabilir çünkü Baudrillardçı bir tanımlama yapmıyorum. Kant'a göre, gerçekliği olduğu gibi bilmek yerine, gerçeklik hakkında bir düşünce çemberine kapatılmış bir Aynalar Salonu'nda yaşıyoruz zaten. Kant'tan bu yana (300. Yaşı kutlu olsun) tüm felsefenin kalbinde yatan şey Gerçek'ten kopuk olma sorunudur. Kant'ın yaptığı şey ise, düşünceyi kendi içine dönmeye zorlamak, dünya hakkında bilebileceğimiz tek şeyin bize verilen şey olduğunu söylemekti: zihinden bağımsız bir dünya yerine bizim için bir dünya. Bu, ister Kıta Avrupası ister Analitik ayrımından olsun, tüm filozofların uğraşmak, üstesinden gelmek, kabul etmek ya da genel olarak uzlaşmak zorunda kalacağı Anti-Realist pozisyon olarak bilinmektedir.


Fakat bu anti Realist pozisyon ister istemez yabancılaşmaya zemin hazırlıyor. Genellikle felsefi bir görüş olarak, dünyanın varoluşunun ve bilginin doğasının insan algısı ve anlayışına bağlı olduğunu savunan bir teoridir bu. Bu görüşe göre, gerçeklik, tamamen dışsal ve bağımsız bir şekilde var olan nesnel bir yapıya sahip değildir; (yani gerçeklik insan zihninden bağımsız değildir.) bunun yerine gerçeklik, bireylerin veya toplulukların inançları, algıları ve sosyal yapıları tarafından şekillendirilir. Aynı şekilde ‘Tinin Fenomenolojisi’nde de insanın yabancılaşması doğru kavranamamış ve aktarılamamıştı. Bu hali ile Hegelin pozisyonuna karşı bir sıcaklık duyamıyor ve onun yanlış olduğunu düşünebiliyoruz. İnsanın gerçekleştirdiği şeyler -insan tarafından üretilen şeyler, nesnel ürünler dünyası- Hegel’e göre yabancılaşma olarak görünürken, dışsal bir biçim alan nesneler ve insani güçler ise (servet, devlet, din) -bunlar insanın kendi ürünlerine boyun eğmesine yol açıp insanı parçalar- tinin gerçekleşmesi olarak görünür. Dolayısıyla da fenomenolojinin ve Hegelci yabancılaşma teorisinin eleştirisi, idealizmi ve natüralizmi ya da materyalizmi birleştirerek aşması gereken olumlu bir hümanizm teorisine varır. Bu nedenle Hegel’de olumsuzlamanın olumsuzlanması: insanın hayali özünün olumsuzlanması yoluyla insanın hakiki özünün olumlanması değildir. Fakat bu benliğe doğru geri çekilme, aynı zamanda Derridanın işaret ettiği gibi radikal delilik uğrağından geçmeyi de beraberinde getiren Lacancı bir görüştür. Yine aynı şekilde bu fiiliyatı ayakta tutan başka bir virtüel boyut Lacan ile Deleuze’ü bir araya getirmeye de olanak tanımıştır. (Her ne kadar Deleuze’ün organsız bedeni, Lacan’ın Bedensiz Organı olsa da) Bu pozisyon Hegelci erdem ile meşrulaştırılır görünmüyor. 


Ben henüz doğmadan evvel ömrümü tamamladım. Sartre kusura bakmasın, şu an ya da başka zamanlarda ölmenin elbette farkları vardır. Gerçek huzur, belirsizliğe tahammül edebilme yeteneğimizdedir. Çoğu huzurlu insan, sorunlarının farkında olmayanlardan çıkar. Bizim ise hayatta kalmak için gereken tüm hırsımız hayatta kalmaya değer hiçbir şeye tutunamamıştır. Felaket ile başlayan bir şeyin utançla bitmesine ‘hayat’ denir. Yaşamın en büyük felaketi ise umut denen şeyin insanı hayatta tutmasıdır. İnsanı hayatta tutan umut ise bir sürü beklenti ve tükenmişlikten gelen bir hayal kırıklığından ibarettir.

 

Diyelim ki bu hali hazırdaki umut dolu hayat, (yani bu görüngüler) , gerçekliğin bir yansıması değil de, madde gerçekliğin kendisi, metafizik ise maddenin bir yansıması, uzantısı olsun. Bu Kant’ın inşaacı epistemolojisine pek aykırı gibi de görünmüyor üstelik. Hatta Terry Eagleton’un materyalizminden ziyade daha spekülatif, tamamen olmasa da Meillassoux’cu bir materyalizm gibi görünüyor. (tabi Zizek fosilleri bizi kandırmak için tanrının bırakmış olabileceğini düşünüyor olabilir.) Bu pozisyonda Whitehead'in spekülatif felsefesi ile aynı mahallede, varoluş tarzları olarak process ve Ex-nihilodur. (yani Zizek her nasıl ki Hegel ve Marx’ı Lacancı şekilde okuduysa, Whitehead'in Meillassoux’cu şekilde okumaktan bahsediyorum) Geçmişte maddenin, yaşamın ve düşüncenin ortaya çıkışı 'gizemli' ve yalnızca dini terimlerle açıklanabilir olarak görülürken, ex nihilo kavramı bu tür açıklamaları ortadan kaldırır. Tanrı ile ilişkilendirilen zorunluluk zincirini çözerek ve dahası, geçmişteki oluşumlara rasyonel bir açıklama getirmenin bir yolu olarak ex nihilo argüman, olasılıkların -başka dünyaların- ortaya çıkabileceğini iddia etmek için güçlü bir konum. O halde Badiou ve Brassier'in büyük ölçüde hemfikir oldukları nokta olan, varlığın dolaylı bir şekilde ulaşılabilecek gizli, gizemli bir boyutu olmadığı iddiası bu materyalizm anlayışına pek uymuyor ve bu isimlerden en az biri yanılıyor. (Bunu nesne yönelimli ontolojiden bağımsız konuşuyorum, en azından şu anlık.) Hegelci erdem yine meşrulaştırılabilir gibi görünmüyor. 


Hiçlikte varlık gibi göreli bir ölçüde bizzat varlığın içinde bulunur; her varlığın içinde ve varlığın her derecesinde, varlığın “kendi” ötekisi ve özgül olumsuzlaması olarak bulunur. Bu nedenle simüle edilemez. Genel bir hiçlik düşüncesi genel bir varlık düşüncesine benzer, aynen onun gibi yalıtılmış “kendinde”dir. Yetersizliği ve boşluğu derhal hissedilen bir düşüncedir. Yeryüzünde ve gökyüzünde içinde hem hiçliği hem varlığı barındırmayan bir şey yoktur. Evrenin sonsuz üretkenliğinin soyut bir tasarımından ibarettir. Mutlağın tanımı ise tanımı gereği varlığın kendisine özgül bir olumlamadır. Kendindeliği hiçbir şeye bağlı değildir. Simüle edilemeyen tek şey olan hiçlik, aynı zamanda hakikatin de kendisi de olmalıdır. 


İçkinleşen meçhulde savrulmak dileği ile cebime biraz bu ağacın toprağından koyup oradan ayrıldım. Bu kadar düşünce, keçi ezgisi, ağacın yapraklarından süzülüp gökyüzünde kayboluverdi. 


bottom of page