top of page
MEİLLASSOUX: POTANSİYEL VE VİRTÜELLİK

MEİLLASSOUX: POTANSİYEL VE VİRTÜELLİK

BURAK HAVA

29 Mart 2024

Olgusallık, var olan her şey için başka türlü olmasının kesinlikle mümkün olduğu anlamına gelir, sadece başka türlü olup olmayacağını bilemeyeceğimiz anlamına değil.

Potansiyellik, gerçekleşmemiş ama gerçekleşme kapasitesine sahip durumlar veya özellikler anlamına gelirken; virtüellik, gerçekleşmiş olmayıp etki edebilme potansiyeline sahip durumlar anlamına gelir. Meillassoux'un evrenin temelindeki mutlak rastlantısallık ve sonsuz olanaklar fikri, var olan her şeyin belirli bir neden-sonuç zinciriyle sınırlı olmadığını, böylece sonsuz potansiyel durumların ve virtüel gerçekliklerin mümkün olduğunu ima ediyor


Yine de doğrudan bunu belirttiğini söylemek zor, özellikle onun felsefesi daha çok korelasyonizmin ötesine geçmek, insan bilincinin dışındaki gerçekliği spekülatif bir şekilde kavramak ve metafiziksel realitenin mutlak doğasını anlamaya çalışmak üzerine odaklandığını varsayarsak..


Genel-Özet

Meillassoux'nun argümanının özü, Nelson Goodman'ın tümevarım sorununa getirdiği çözümde örneklendiği gibi, ontolojik soruların metodolojik ya da epistemolojik sorulara indirgenmesine karşı çıkmakta yatmaktadır. Yani Meillassoux’ya göre goodman her ne kadar tümevarım problemini çözdüğünü iddia etse de, çözünen şey problemin ontolojik yönüdür. N. Goodman, Geleceğin geçmişe benzerliğini rasyonel yollarla gerekçelendiremeyeceğimiz için, gözlemlenebilir sabitlerin gerekliliğini kanıtlamak yerine tümevarım uygulamalarını açıklamaya odaklanmamız gerektiğini savunur. Meillassoux ise yasaların zorunluluğu sorusu ile Hume'un sorununun formülasyonu arasında ayrım yaparak ontolojik sorunu yeniden açmaya çalışır. Birbirini izleyen olaylar arasındaki bağlantıların zorunluluğunu kanıtlamadaki başarısızlığı kabul ederken, gözlemlenebilir sabitlerin zorunluluğunu ya da zorunluluğunun olmadığını tartışma olasılığını reddetmememiz gerektiğini öne sürer. Meillassoux, doğa yasalarının sebepsiz yere değişebileceğini savunarak, akla gelebilecek tüm gelecekleri içeren radikal bir olumsallık kavramını ortaya atar. Bu duruş, tekdüze bir doğa ya da değişmez yasalar gerektiren geleneksel görüşlerden ayrılır ve bunun yerine kaotik, öngörülemez değişimleri engellemeden mantıksal zorunlulukların hüküm sürdüğü bir dünya önerir. Metafiziği yeniden canlandırmayan, ancak yasaların ardında gerçek bir zorunluluk olduğunu ileri sürmeden felsefeye spekülatif bir yaklaşımı yeniden canlandıran spekülatif bir yol önermektedir. Bu yol, önceden belirlenmiş olasılıklar veya yasalar dizisine tabi olmayan, ancak yeni, öngörülemeyen gerçekliklerin ortaya çıkmasına açık olan bir zaman ve oluş anlayışına götürür bizi.


Giriş:

Hume'un problemi tanımı gereği genellikle  "tümevarım problemi" olarak bilinir. 18. yüzyılın en etkili filozofu David Hume, bu problemleri kapsamlı bir şekilde ele alarak modern felsefenin temel konularından birini ortaya koymuştur. Kendisi Neden-sonuç ilişkilerinin doğrudan gözlemlenemediğini savunur. Biz, örneğin bir bilyenin bir diğerine çarpması ve sonrasında hareket etmesi gibi olayları gözlemleriz, ancak bu gözlemler arasındaki "nedensellik" ilişkisini doğrudan gözlemleyemeyiz. Hume'a göre nedensellik, geçmişteki tecrübelerimize dayanarak oluşturduğumuz bir beklentiden ibarettir; bir olayın sürekli olarak başka bir olayı takip etmesi nedeniyle, ilk olayın ikincisini "nedenlediğine" inanırız. Ancak bu, zihinsel bir alışkanlıktan başka bir şey değildir ve neden-sonuç ilişkisini kesin olarak kanıtlayamaz. Yani, geçmişte defalarca gözlemlediğimiz olayların gelecekte de aynı şekilde gerçekleşeceği varsayımının mantıksal olarak kanıtlanamayacağını savunur. Örneğin, güneşin her gün doğduğunu gözlemlememiz, bu olayın gelecekte de devam edeceği anlamına gelmiyor. İndüksiyon yoluyla elde edilen bilgilerin kesinliği, bu nedenle her zaman şüpheli kalıyor. Bu, bilim ve felsefede büyük bir sorun teşkil ediyor çünkü bilimsel keşiflerin ve genellemelerin temelini oluşturuyor.


Hume problemini aslında şöyle formüle eder: Ardışık olaylar arasında gözlenen bağların fiilen zorunlu olduğu ispat edilebilir mi? Hume ve Goodman’in varsayımı öyleyse şudur: İspat edilemezse, gerçek/reel denen zorunluluk (yani mantıksal denen zorunluluktan farklı olarak, yasaların zorunluğu) hakkında tüm ontolojik irdelemeler başarısızlığa mahkumdur ve sonuç olarak terk edilmelidir.. Çünkü bana göre gerçek zorunluluğa ilişkin ontolojik soru, hume’unki gibi değil, daha genel olarak şöyle formüle edilmelidir: Gözlemlenebilir sabitlerin fiilen zorunlu olduğu veya zorunluluğun fiili yokluğu konusunda argümanlar aracılığıyla bir karara varılabilir mi? Veya bir kez daha: ya geleceğin geçmişe benzemek zorunda olduğunu ya da geleceğimin geçmişe fiilen benzemeyebileceğini gerekçelendirmenin bir yolu var mıdır?.. “


Açıkcası Meillassoux’ya göre yasaların değişmesi zorunlu olsaydı bu değişimleri düzenleyen daha yüksek başka bir yasa olması gerekirdi.  Sabitlerin hiçbir neden ve zorunluluk olmaksızın, fiilen değişebileceğini tasavvur etmek rasyonel açıdan mümkündür. - ki bu da radikal olumsallık demek - bu anlayış bizi yasaların tüm düşünebilir geleceklerini bünyesine katıyor “buna yasaların değişmeyeceği bir gelecek de dahildir. “ 


Buradan anlaşılan tümevarım problemi yasaların zorunluluğunu ispatlama problemi olarak ele alındığı zaman, yeter neden ilkesi tamamen akıl dışı kalıyor. Çünkü bu fikre göre rasyonel dünyadaki her şeyin varlık nedenininden yoksun olması demek oluyor, bu hali ile ise Heidegger'in aklın dayandığı son nokta değil de Meillassoux’nun belirttiği gibi “Rasyonel zorunluluğun şeyleşmesi” duruma geliyor. 


Meillassoux'un genel olarak (Daha doğrusu bu bölümde genel olarak) ele aldığı konu olan yasaların sabitliği, yahut olumsal olması durumu, felsefi çok geniş bir açılımı olduğu şüphe götürmez, çoğu şeye uygun bir cevap olduğu da aşikar. Ancak yasaların sabit olmak için hiçbir nedeni yoksa neden her an değişmiyor sorunu cevaplamamız gerek. Öncelikle ilk durum Olgusallık, var olan her şey için başka türlü olmasının kesinlikle mümkün olduğu anlamına gelir, sadece başka türlü olup olmayacağını bilemeyeceğimiz anlamına değil. İkinci durum ise tamamen olasılıkçı safsata ile alakalı. 


Olasılıkçı safsata, bireylerin bir olayın gerçekleşme ihtimalini yanlış yorumlamalarından kaynaklanan bir mantık hatasıdır. Bu hata, genelde bir olayın nadiren gerçekleşmesi veya daha önce hiç gerçekleşmemesi sebebiyle, bu olayın ileride de gerçekleşmeyeceği ya da çok düşük bir ihtimalle gerçekleşeceği varsayımı üzerine kuruludur. Ancak bu yaklaşım, olayların bağımsız olasılıklarını göz ardı eder; çünkü geçmişte yaşanmış olaylar, gelecekteki olayların olasılıklarını direkt olarak etkilemez. Bu safsatanın en bilinen örneklerinden biri kumarbazın yanılgısıdır. Bu yanılgıda, bir kumarbaz, örneğin bir rulet tekerleğinde belirli bir rengin uzun süre çıkmamış olmasının, bu rengin gelecek seferde çıkma ihtimalini artırdığına inanır. Ancak gerçekte, her dönüş bağımsız bir olaydır ve önceki dönüşlerin sonuçları, gelecekteki dönüşlerin sonuçlarını hiçbir şekilde etkilemez.Gündelik hayatta da olasılıkçı safsata ile karşılaşabiliriz. Mesela, uzun yıllar boyunca piyangodan büyük ikramiye kazanamayan bir kişi, büyük ikramiyenin kazanılmasının "artık kendisine sıra geldiğini" düşünebilir. Fakat her piyango çekilişi birbirinden bağımsızdır ve önceki çekilişlerde kazanamamış olmak, gelecekteki kazanma şansını hiçbir şekilde etkilemez. Bu tür yanılgılar, risk ve olasılık algılarımızı olumsuz yönde etkileyebilir ve mantıksız kararlar almamıza sebep olabilir. Doğru bir şekilde olasılık kavramını anlamak ve kullanmak, bu tür mantık hatalarından kaçınmamıza yardımcı olacaktır. 

 

Tam burada Cantor devriminden bahsetmemiz gerekir. Bunun nedeni, sonsuzluğun dahi kendi arasında farklı şekilde, sayıda ya da yapıda zuhur edebileceği fikrimin ispatlanmasıdır. Cantor tarafından başlatılan ve matematiğin temellerine dair radikal değişiklikleri içeren bir dönemi ifade eder Cantor devrimi. Cantor, sonsuz kümeler teorisini geliştirerek matematiğin anlayışını genişletti. Öncesinde sonsuzluk genellikle potansiyel bir kavram olarak görülürken, Cantor bu kavramı gerçek ve manipüle edilebilir bir nesne olarak ele aldı. Cantor'un çalışmaları, farklı büyüklükte sonsuzluklar olduğunu ve bunların birbirleriyle karşılaştırılabilir olduğunu gösterdi. Örneğin reel sayılar kümesinin büyüklüğüne bakabiliriz. Cantor, diyagonal çaprazlama yöntemi adı verilen bir yöntemle, reel sayılar kümesinin sayılabilir olmadığını, yani doğal sayılar kümesiyle aynı büyüklükte olmadığını gösterdi. Bu yöntem, birim aralıkta (0, 1) yer alan tüm reel sayıların bir listesi yapılamayacağını, çünkü yapılan herhangi bir liste için, listede olmayan yeni bir reel sayı oluşturulabileceğini gösterir. Bu durum, reel sayıların kümesinin, doğal sayılar kümesinden daha büyük bir "sayılamaz" sonsuzluğa sahip olduğunu kanıtlar. Bu, Cantor'un sonsuzluk kavramını devrimci bir şekilde genişlettiğinin ve matematikte yeni bir düşünme biçimi getirdiğinin açık bir örneğidir. Daha da basitleştirmek gerekirse, farklı sayıya ve yapıya ait sonsuzluklar olduğunu keşfetmiştir. Quentin Meillassoux, temel önermesi Cantorcu sonsuzluklar çokluğu olan ve her şeyi kapsayan bir Bir'de toplanamayan post-metafizik materyalist bir ontolojinin ana hatlarını çizmiştir. Burada, Cantor'un büyük materyalist buluşunun sonsuz sayıların statüsüyle ilgili olduğuna işaret eden Badiou'ya dayanır (ve tam da bu buluş materyalist olduğu için dindar bir Katolik olan Cantor'da büyük bir ruhsal travmaya neden olmuştur): Cantor'dan önce Sonsuz, din ve metafizikte Tanrı'nın kavramsal formu olan Bir ile bağlantılıydı; Cantor'dan sonra Sonsuz, Çoklu'nun alanına girer - sonsuz çokluğun yanı sıra sonsuz sayıda farklı sonsuzluğun gerçek varlığını ima eder. (bu konuyu burada noktalıyorum. Ancak Aksiyomatik kümeler için bknz: Alain Badiou: Being and Event, Continuum, London. (2007: 368, 369, 370, 371)


Meillassoux'ya göre, olasılık ancak erişilebilir bir vakalar toplamını indeksleyebildiğimiz zaman değerlidir. Bunlar sonsuz bile olabilir: örneğin, bir ipin gerildiğinde kopabileceği sonsuz sayıda nokta vardır, ancak bu bizi ipin çeşitli bölümlerinin kopma olasılıklarını hesaplamaktan alıkoymaz. Buna karşın, olası doğa yasalarının sayısını toplamanın bir yolu yoktur. Çünkü burada toplamanın bir yolu yoktur; doğanın dışında durup herhangi birinin değişme olasılığını belirlemek için olası yasa sayısını hesaplayamayız. Bu nedenle, seçimler, at yarışları ve yazı tura gibi dünya içi olaylarla uğraşırken olasılıktan bahsedebilsek de, bir bütün olarak doğa düzeyindeki değişiklikleri tanımlarken "olası" veya "olası değil" kelimelerini kullanamayız. Bu argümanın ve Cantor'un kullanımının geçerliliği hakkında yorum yapmak yerine, bir kez daha düalist bir ontoloji yarattığını belirtmeme izin verin. Meillassoux'nun zamanı uzaydan farklı ele aldığını zaten görmüştük. Benzer bir şekilde, şimdi de dünya düzeyini dünya içi olaylardan farklı ele almaktadır. Dünyaların ortaya çıkışı tamamen olumsal ve virtüeldir ve hiçbir olasılık tarafından yönetilmezken, dünya içindeki olaylar zorunlu olarak yasaları takip eder (bu yasalar herhangi bir anda sebepsiz yere değişebilse bile) ve böylece olasılıkları hesaplanabilir. Bu, Badiou'nun (2005) normal "durum" ile nadir ve aralıklı "olay" arasındaki kendi düalizmini derinden anımsatan bir stratejidir. Virtüellikte, henüz gerçek değildir, ancak gelecekteki gerçeklikleri etkilemek veya belirlemek için gerçek bir kapasiteye sahiptir. Bir bölüm sonra bunun nasıl zuhur ettiğini ve gerçekleşebileceğini “Ex Nihilo Zuhur” bölümüne göreceğiz. 



Kaynakça:

 

Ölümsüzlük teorisi & Gilles Deleuze - Cengiz Erdem

Q. Meillassoux, Spekülatif Materyalizm. (2022) (Kahveci K, Çev.) Pinhan Yayınları

Graham Harman, Meillassoux’s Virtual Future. Continent 1 (2):78-91 (2011)

Potentiality and Virtuality1. Quentin Meillassoux, R. Mackay. Published 2011. Philosophy. 1. A

bottom of page