top of page
SPEKÜLATİF ÖZNELEŞME

SPEKÜLATİF ÖZNELEŞME

BURAK HAVA

7 Ağustos 2024

Spekülatif özneleşmeyi olgulu olma ilkesi ile açıklamak ve kartezyen öznenin Lacan’cı çıpalama noktasını incelemek istiyoruz.

Öncelikle Berkeley’ci  performatif çelişkinin (yani onun metafizik materyalizminin ideolojik yanlışlığının) yansımada ne olduğuna bakacağız. Ona göre maddi dünyanın bağımsız bir varlığı bulunmamaktadır, çünkü var olmak için insan zihni tarafından algılanıyor olması gerekmektedir. Daha da ileri götürürsek, Tanrı vardır ve her şeyi algılar, tanrının algılaması sayesinde dünya/şeyler vardır ve varlığını devam ettirir gibi bir düşünce çıkıyor ortaya. Başka bir örnek daha vermek gerekirse: ‘Ben sizinle konuşmuyorum’ cümlesinin onu duymaya ve anlamaya muktedir bir muhataba yöneltilmesi olabilirdi. Fakat eğer ‘ben var olamam’ derseniz söylemeye gerek kalmadan, kendisini üreten zihinsel edimle bu cümle arasında bir çelişki başlar. Aynısı korelasyonel döngü argümanında bahsedildiği gibi ‘düşünceden bağımsız bir kendinde düşünüyorum’ önermesi için de geçerlidir. Yanlışlanması için zihinsel olarak formüle edilmesi gereklidir, dile getirilmesine gerek yoktur. Kartezyen cogito korelasyonculuğunun derin kaynağı, performatif terimlerle anlaşamaz, çünkü telaffuz edilebilir değildir. Çelişki yalnızken de olabileceğini kabul etsek bile herhangi bir dile getirişi varsaymayı bize yasaklayan bir edim için bu geçerli olmazdı. Hele ki Berkeley’in dünyanın yalnızca zihinde var olduğunu söylerken, aynı zamanda kendi görüşünü ifade etmek için dil kullanarak dış dünyaya dair bir gerçeklik varsaymak zorunda kaldığını göz önüne alırsak. İşin garibi insanların hiç algılama şansları olmadığı şeyler insan/özne için gerçek değil midir? Mesela evrenin başka bir köşesinde bizim hiç ulaşamayacağımız ve algılayamayacağımız bir radyasyon patlaması gerçek değildir demek gibi bir şey anlıyorum ben. Mutlakın bu yeni savunusunda aslında şöyle bir akıl yürütme vardır: Düşünceden bağımsız bir kendinde fikri bizzat tutarsız olduğu için; bu kendinde, bizim için düşünülemez olduğuna göre, kendinde olanaksızdır. Bu düşünceye verilmiş olanı sadece bilebiliyorsak, bunun sebebi, bir verilmiş-veri olmayan hiçbir şeyin -dolayısıyla bir düşünce edimine bağlılaşık olmayan hiçbir şeyin- olamayacağıdır. Bu durum Lacan’cı Efendi-imleyen kavramı ile ilişkilidir. 


Lacan’ın Efendi-imleyeni ideolojinin birleştirici gücünün etkinliğini yitirdiği, karışık toplumsal parçalanma durumunu hayal edelim. Bu durumda point de caption çıpalama noktasını icat eden efendidir. Biraz daha açacak olursak 1920’lerin Almanya'sındaki anti semitizmi düşünün. İnsanlar kendilerini yönlerini kaybetmiş, hak etmedikleri bir askeri yenilgiye, yaşam birikimlerini eriten ekonomik krize, siyasi verimsizliğe ve ahlaki yozlaşmaya sürüklenmiş gibi hissediyorlardı ve naziler tüm bunları açıklayan tek bir etken sundular. Yahudi, yahudi komplosu. Yani “Tanrıdan korkuyorum, sevgili Abner ve başka korkum yok” gibi tüm korkular tek bir korku ile yer değiştirir. Yani beni tüm dünyevi meselelerde korkusuz kılan tanrı korkusunun ta kendisidir. Yeni bir Efendi-imleyene yol açan aynı tersine çevirme ideolojide de iş başındadır. Anti semitizm de tüm korkular (ekonomik kriz. Ahlaki bozulma) yahudi korkusu ile yer değiştirir. Türkiye Cumhuriyeti’nin bariz panoraması Efendi-imleyen şeklinde cereyan etmiyor mu? Ekonominin istikrarsızlığı, ahlaki bozulma, gelecek hakkında ciddi umut kaybı ve intihar nedenleriyle kitleler isyanın bir sonuç getirmeyeceğine inanmayı tercih edip sessiz kalmalarının asıl nedeni budur. Teori tamlayanı net bir şekilde imler. Korku, Cumhurbaşkanı, yasalar ya da kanunlar değil, tamamen dış güçlerin korkusudur. Tüm korkular dış güçlerin korkusu ile yer değiştirmiştir. Yasaların, dilin ve istikrarsız değişimler efendiyi imlerken özne toplumsal yapının içinde kendini bu şekilde anlamlandırmaya mecburdur. Yani Tanrı vardır ve her şeyi algılar, tanrının algılaması sayesinde dünya/şeyler vardır ve varlığını devam ettirir. Tanrı efendidir, efendiden korktuğumuz için efendi varlığını devam ettirir. Korku imleyeni tamlarken efendi korkusu mutlağını dış güçten alır. 


Spinoza’ya göre ise bu pozisyon daha ilginçtir. Töz birdir ve onun iki modu olan zihin ve beden arasındaki fark sadece paralaks farktır. (Spekülatif materyalizmde de madde ve ruh aynı töze sahip şeye verilmiş iki farklı isim değil midir?) Beden ya da zihin farklı bir tarzda algılanan aynı tözdür. Bir'in içsel boşluğuna geçiş tözden özneye geçişin ta kendisidir. Burada ayrıldığımız nokta ise Spinozacı özne-özne ilişkisi ve metafiziğin mutlaktan arındırılması gerekliliğidir. Düşünce ve diğer mutlakların herhangi bir metafizik taşımaması gerektiğidir. Tersine çevirme ile herhangi bir metafizik mutlaktan arındırılmalıdır. Peki neden? Simülakra gerçeğe atıfta bulunsa da kendi başlarına anlamlarını kaybetmektedir. Efendi-imleyeni Althusser’ci bir fenomen olarak incelersek öznenin paradigmalarının olgulu olma ilkesinden koptuğunu anlayabiliriz. (Yapısal belirleyici öznenin ideolojik nesneleri tarafından imlendiğini yani) yeniden filiz veren performatif çelişki korelasyoncu olgululuk ile çelişir. Spekülatif özneleşme de kendi aşkın olanaklılık koşullarını yansıtmayan) bir kendi-için-bilgiye dönüştürmek, spekülatif bilginin içkin diyalektiğini oluşturacaktır. Gerçek olandan ne onu niyetli bir nesneye dönüştürmek için çıkabileceğimiz, ne de onu herhangi bir numenal (hiper-aşkınlık) biçimine yansıtabileceğimiz için, spekülatif bilginin nihai gesturalitesi ne nesneleştirici niyetlilik ne de pratik ihlali olabilirdi. Transandantal eleştiri, bilimin aşılamaz sınırlarını lokalize edebilen dışsal bir felsefi operasyon olmaktan çok, bilim öznesinin bilimsel araştırmanın çeşitli transandantal koşullarını tanımlamasına ve spekülatif olarak kapsamına almasına izin vermelidir. Her bir tikel aşkınsal yapı -örneğin bir kristalin, bir filin, bir insanın ya da bir robotun aşkınsal yapıları- her nesne için ortak-verili profillerden oluşan bir ufuk tanımlarken, aşkınsal varyasyonlar ortak-verili ufuklardan oluşan (ya da olmayan) bir ufuk tanımlar ki bu ufuk genişletilmiş fenomenal düzlem olarak adlandırılacaktır. (zaten başka seçeneği de yoktur.) Kesin konuşmak gerekirse, genişletilmiş fenomenal düzlemin kendisi bir tür kozmik ufuk değildir, çünkü herhangi bir transandantal yapı tarafından tanımlanmamıştır. Başka bir deyişle, kişisel olmayan deneyimin genişletilmiş fenomenal düzlemi arke-dünya merkezli değildir. Bu şekilde, fenomenler ve numenler arasındaki aşılamaz kritik çatallanmaya karşı içsel açığa çıkarma ve gizleme yapısıyla genişletilmiş fenomenal düzlemin sonsuz derinliklerine karşı çıkabiliriz. Kant'ın varlık hakkındaki tezi (ve onun Heideggerci varyasyonu) yalnızca varlığı tamamen irrasyonel olumsallığından çıkarma olasılığını ortaya koymaya yarar yaramasına ancak, varlığın yüce bir varlık olarak anlaşılamayacağına dair önemsiz olmayan Heideggerci tez, etkin söylem inşa etmenin imkânsız olduğu anlamına da gelmez. 


Transandantal düşüncenin spekülatif kullanımı,(tabi kartezyen cogito imleyeni) fenomenolojik açılımı engellemeye başladıklarında bu olasılık koşullarının bilinçdışı uçurumuna düşmesine izin vermek için verili bir deneyim biçimini mümkün kılan aprioristik aşamaları tanımayı amaçlar. (Çok kademeli bir roket gibi) bilinç deneyiminin atmosferinden fırlatılması, kendisini itici aşamalarından kurtarmayı gerektirir. Dolayısıyla bilinçdışına çekilmenin, 'bilinç deneyiminin' aşamalı olarak yüceltilmesinin olanaklılık koşulu olduğunu söyleyebiliriz. Fakat asıl kendini dışkımsı bir boşluk olarak deneyimlemenin ötekinin bakışına muhtaç olduğunu eklememiz gerekir (performatif çelişkiye nazaran) ama Descartes bu noktada fazla ileri gitmiştir. Saf cogito'dan evrenin tutarlılığını sağlama alan ilahi büyük ötekine sıçrama için herhangi bir çıkarım gerekmez. Önce kendimden emin olduktan sonra ancak ikinci adımda büyük ötekini ortaya atmak zorunda değilimdir. Jean-Luc Marion bu noktayı ayrıntısıyla gidermiştir. “Ben ancak öteki - nihayetinde Tanrı- tarafından sevildiğim için var olurum.” Ama bu yeterli değildir. Tanrı ex-sistence sayende ona başvurmamız sayesinde var olmuştur. Bu ters çevirme Hristiyanlıktan mülhem öznenin ölümünden çıkan mesaj “Tanrılar insanın arzu, korku ve ideallerinin yansıtılmasından ibarettir. “diyen bildik hümanist iç görüyle aynı değildir. Çünkü Spekülatif öznemiz kartezyen olgululuk ilkesiyle mutlağı metafizikten arındırmıştır artık.  Öznelci korelasyonun zorunluluğunu mutlaklaştırırken biz olumsallığı mutlaklaştırmaktayızdır.


bottom of page